15 Haziran 2014 Pazar

Türkiye-Sahraaltı Afrika İlişkilerine Genel Bir Bakış: Sorunlar ve Dinamikler


Türkiye'nin Sahraaltı Afrika ülkeleri ile olan ilişkilerini olumsuz etkileyen üç önemli faktör bulunmaktadır. Bunlar sırası ile iç politik gelişmeler, Türkiye'nin çevre ülkeleri ile olan ilişkileri ve Türkiye'nin uluslararası sistemdeki yeri ve konumudur. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Türkiye yeni bir kimlik arayışına girmiş, iç siyasetteki politik ve ekonomik gelişmeler dış politikanın şekillenmesinde büyük bir rol oynamıştır. 1923-1990 yılları arasında Türkiye Batı odaklı bir dış politika geliştirerek Osmanlı döneminden kalan güçlü ve köklü Afrika ilişkilerini en düşük seviyede tutmuştur. Türkiye, iç sorunlarından dolayı 1950 ve 60'lı yıllarda bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkelerini en son tanıyan ülkeler arasında yer almıştır.[i] Türkiye'deki terör sorunu, ekonomik istikrarsızlık, siyasal belirsizlik, koalisyon hükumetleri[ii] ve katı bir biçimde uygulanan laiklik ilkesinin toplumsal gruplar arasında  yarattığı bölünmeler TDP'nin Sahraaltı Afrika bölgesi ile ilişkilerini olumsuz etkilemiştir denilebilir.

Türkiye'de 1990 ile 2002 yılları arasında iç politikadaki siyasi ve ekonomik krizler sebebi ile 15 farklı dışişleri bakanı görev yapmıştır, bu durum TDP'nin istikrarlı, tutarlı, ve aktif bir şekilde gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu duruma etki eden bir diğer önemli konu ise Türk ordusunun  Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana siyasal işleyişe aktif bir biçimde müdahil olmasıdır. Türk ordusu TDP'yi daha çok güvenlik parametreleri içinde değerlendirmiş ve özellikle de Batı ile ilişkilerinin derinleştirilmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Türkiye tarihinde askerin siyasete sürekli müdahalede bulunması TDP'nin tek yönlü bir siyaset geliştirmesinde önemli bir faktör olmuştur.[iii]
                                           
İkinci önemli faktör ise Türkiye'nin komşu ülkelerle olan ilişkileridir. Türkiye 1923 ile 1990 yılları arasında komşu ülkelerle olan ilişkilerini sağlam bir zeminde geliştirememiş, TDP'de  komşu ülkelerle olan ilişkilerinde sürekli bir güven bunalımı yaşanmıştır. Yine bu dönemde TDP'nin sınırları sadece Kıbrıs, Ermenistan, ve Yunanistan sorunları ile sınırlandırılmıştır, Türkiye çevre ülkelerle olan sorunların içine hapsolmuş, farklı kıta ve ülkelerle yapıcı ve güçlü ilişkiler geliştirememiştir. Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile birlikte TDP'de birçok önemli gelişme yaşanırken geleneksel dış politikanın Türkiye'nin milli çıkarlarına uygun olmadığı görüşünün ortaya çıkması ile mevcut paradigma da sorgulanmaya başlamıştır. 1990'lı yıılarda tek yönlü dış politikanın yerini çok boyutlu bir dış politika anlayışı almıştır. Özal döneminde komşu ülkelerle olan ilişkilerde iyileşmeler görülürken. Türkiye'nin Batı ile olan güçlü ilişkileri Özal döneminde daha da derinleştir. 1990’daki Körfez Savaşı Türkiye'nin dış politikasını olumsuz olarak etkileyen çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Körfez Savaşında Batılı müttefiklerin yanında yer alan Türkiye'nin 1990'lı yılların sonunda ortaya çıkan yeni dünya düzeninde yine Batı'nın yanında olduğu görüşünün güçlenmesine neden olmuştur.[iv] Çevre ülkelerle olan kronikleşmiş sorunlar TDP'nin global vizyonunu ve ufkunu daraltarak Türkiye'nin uluslararası arenada daha zayıf ve Batı'ya daha bağımlı bir aktör olarak kalmasına neden olmuştur. Bu durum Türkiye'nin Sahraaltı Afrika bölgesi ile politika geliştirmesini olumsuz etkilemiştir.

Üçüncü faktör ise 1923 ile 1990 yılları arasında Türkiye'nin uluslararası sistemdeki yeridir. Türkiye'nin dış politikadaki tutarsız duruşu Sahraaltı Afrika ilişkilerini olumsuz anlamda etkilemiştir. Türkiye bu yıllar arasında Batı merkezli bir dış politika takip etmiş ve uluslararası sorunlar karşısında kendi çıkarlarına uygun bir dış politika geliştirememiştir. Bu durum Türkiye'nin uluslararası arenada yalnızlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle de Kıbrıs sorunu karşısında Türkiye, uluslararası arenada hiç destek bulamamıştır. Örneğin, Türkiye, 1951 ve 1953 yıllarında, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda Fas'ın bağımsızlığı konusunun ertelenmesi yönünde oy kullanmıştır. Yine aynı şekilde Tunus'un bağımsızlığı söz konusu olduğunda Türkiye, bu durumun Fransa'nın iç sorunu olduğunu belirtmiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ırkçı politikalar nedeni ile Uluslararası Çalışma Örgütü'nden çıkarılması teklifini de reddetmiştir.[v] Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır, Süveyş Kanalını millileştirme sürecinde Türkiye, İngiltere ve Fransa'nın yanında yer almıştır.[vi] Türkiye ayrıca Bağlantısızlar Hareketi'nde sürekli Batılı ülkelerin temsilcisi gibi hareket ederek Afrika ile olan ilişkilerine zarar vermiştir .[vii]

Türkiye Sahraaltı Afrika ülkeleri ile sadece siyasi ve ekonomik alanlarda değil, aynı zamanda sağlık, eğitim, tarım ve insani yardım alanlarında da ilişkilerini çok boyutlu bir şekilde geliştirmektedir. 2005 ylından bu yana Türkiye’nin Sahraaltı Afrika ile ilişkilerinde ciddi gelişmeler kaydedilmektedir. Bunu sağlayan temel etkenleri beş ana başlık altında incelemek mümkündür (1) İç gelişmeler: İç politikadaki gelişmeler TDP’nin şekillenmesinde çok büyük bir rol oynamaktadır.[viii] Örneğin 1998 yılında Türkiye, Afrika ile siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel ilişkilerini güçlendirmek için "Afrika Eylem Planı"nı kabul etmiş, fakat bu eylem planındaki stratejileri uygulamada başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın temel nedeni Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz olarak açıklanabilir.[ix] 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)’nin 10 yılı aşkın bir süre içinde iktidarda kalması, Türkiye’de siyasi istikrarın oluşmasında ve güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. 1998 Afrika Eylem Planını uygulamaya koyan iktidar partisi, Afrika ile olan ilişkilerini hızlı bir biçimde derinleştirmektedir. Örneğin Türkiye’nin 2009 yılından önce Sahraıaltı Afrika ülkelerinde toplam büyükelçilik sayısı 7 iken bu sayı bugün tüm Afrika kıtasında 40’a ulaşmak üzeredir. Aynı şekilde 2002 yılında Turkiye’de Sahraaltı Afrika ülkelerinden sadece 8’inin büyükelçiliği bulunurken bu sayı bugün 27’ye ulaşmıştır.[x]

(2) TDP’deki değişen parametreler:2000’li yıllara kadar TDP’nin çok güçlü bir sivil karaktere sahip olduğu ifade edilemez. Türk ordusu 2000’lere kadar Türk dış politikasının belirlenmesinde ve uygulanmasında en önemli aktörlerden birisi olmuştur. [xi] AK Parti, TDP’de geliştirdigi Stratejik Derinlik Doktrini (SDD) ile birlikte gerek komşu ülkelerle gerekse  diğer bölgelerle olan ilişkilerinde büyük bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirmektedir.[xii] Türk ordusunun TDP’deki rolü AK Parti iktidarı ile azalmaya başlamış, TDP’nin sivil karakteri güçlendirilmiştir.[xiii] AK Parti döneminde geliştirilen SDD’nin unsurları şu şekilde özetlenebilir: (a) Özgürlük ile güvenlik arasında bir denge kurmak, (b) Çevre ülkelerle sıfır problem politikasını geliştirmek, (c) Dünya politikasında proaktif bir barış diplomasisini geliştirmek, (d) Çok yönlü bir dış politika geliştirmek ve yeni aktörlerle, ülkelerle ve kıtalarla stratejik ortaklıklar kurmak, (e) Uluslararası ilişkilerin çözümünde aktif bir rol oynamak ve uluslararası örgütlerde aktif sorumluluklar almak.[xiv]

2002 yılında AK Parti iktidarı ile birlikte TDP’nin geleneksel politikalarında bir zihniyet değişimi gerçekleşmiştir. SDD’nin gelişmesinde AK Parti hükümetinde dışişleri bakanı olarak görev yapan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun önemli katkıları olmuştur. Davutoğlu tarafından kaleme alınan ve 2001 yılında ilk baskısı yapılan “Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adlı kitap, AK Parti iktidarının dış politikasının şekillenmesinde büyük bir rol oynamıştır.[xv] Davutoğlu kitabında özellikle de Türkiye’nin Soğuk Savaş yıllarında kullandığı dış politika söyleminden uzaklaşması gerektiğini, Türkiye’nin bir Afro-Avrasya ülkesi olduğunu belirterek Türkiye’nin sadece bir Avrupa ülkesi olmadığını, aynı zamanda Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkesi olduğunu vurgulamaktadır. Davutoğlu kitabında Türkiye'nin bir çevre ülkesi olarak tanımlanamayacağını, TDP'de SDD'nin uygulanması ile birlikte Türkiye'nin merkezi bir güç olabileceğinin altını çizmektedir.

SDD'nin TDP'de getirdiği değişim ve dönüşümün bir sonucu olarak Türkiye, Afrika ile ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesine büyük bir önem vermiştir. Türkiye ayrıca SDD'nin bir politikası olarak Afrika'daki uluslararası örgütlerle de güçlü stratejik ortaklıklar geliştirmektedir. Örneğin 2008 yılında Afrika Birliği (AfB) Türkiye'yi stratejik ortağı olarak kabul etmiştir. Türkiye aynı zamanda Sahraaltı Afrika bölgesindeki bölgesel örgütlerle de güçlü ilişkiler geliştirmektedir. Bu kapsamda 2008 yılında ilk defa İstanbul'da bir Afrika zirvesi düzenlenmiş, bu zirveye 50'ye yakın ülkenin üst düzey temsilcileri katılmıştır. Türkiye II. Afrika zirvesini de 2014 yılında bir Afrika ülkesinde yapmayı planlamaktadır.Ankara’nın 2005 yılından beri sürdürdüğü çok yönlü aktif Afrika politikası sonucunda Türkiye 2009-2010 yılları arasında BM Güvenlik Konseyi (BMGK) geçici üyeliğine seçilmiştir. Adaylık sürecinde 53 Afrika ülkesinden 51'inin Türkiye'yi desteklemesi Ankara’nın bölgeye yönelik açılımının meyvelerini verdiğinin işareti olarak okunabilir..[xvi]

Türkiye, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomi Topluluğu (ECOWAS), Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi (IGAD), Doğu Afrika Topluluğu (EAC) ve Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı (COMESA) gibi önemli Sahraaltı Afrika bölgesel kuruluşlarıyla da güçlü stratejik ilişkiler geliştirerek bu örgütlere akredite olmuştur. 2008 yılında Türkiye Afrika Kalkınma Bankası'nın bir üyesi olarak kabul edilmiştir. Türkiye ayrıca Afrika ile ilişkilerini güçlendirmek için 2005 yılını Afrika yılı olarak kabul etmiştir. SDD’nin uygulanması amacı ile üst düzey ziyaretler ile siyasi ilişkiler güçlendirilmeye başlanmıştır. Örneğin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2009 yılında Kenya ve Tanzanya’yı, 2010 yılında Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kamerun, ve Nijerya’yi, 2011 yılında ise Gana ve Gabon’u ziyaret etmiştir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 19 Agustos 2011 yılında Somali’yi ziyaret ederek 1992 yılından bu yana Somali’yi Avrupa kıtasından ilk defa ziyaret eden ilk başbakan olmuştur.[xvii]  

Türkiye SDD’ye uygun olarak BM Barış Gücü Operasyonları aracılığı ile de Afrika’nın çatışma bölgelerinde barışın ve güvenliğin inşasında önemli sorumluluklar almaktadır. BM’nin Afrika’daki toplam 6 barış gücü operasyonunun 5’inde aktif görev alan Türkiye, bu operasyonlara finansal, personel ve teknik alanlarda katkıda bulunmaktadır. 2011 yılında Türkiye BM'nin 4. En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) Konferansına ev sahipliği yapmış ve  konferansa katılan ülkelerin kalkınması için 200 milyon dolar bağışta bulunmuştur. Ayrıca 21 Mart 2010 tarihinde Mısır’ın eşbaşkanlığında “Darfur’un Yeniden İnşası ve Kalkınması için Uluslararası Donörler Konferansı"nı Mısır’da düzenlemiş ve konferansta Türkiye Darfur’un yeniden inşası için 70 milyon dolar yardımda bulunmuştur.[xviii] 2012 yılında Türkiye’nin resmi yardımlarının yüzde 31.37’si Afrika ülkeleri için kullanılmış ve Türkiye, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ile de Afrika’nın ekonomik ve sosyal alanlarda gelişmesinde katkıda bulunmaktadır. 2002 yılında TİKA’nın Afrika’da hiçbir ofisi bulunmazken bugün TİKA’nin kıtada toplam 9 ofisi bulunmaktadır. Türkiye, 2000 yılından itibaren 3000’den fazla Afrikalı öğrenciye de yüksek öğrenim bursu vermektedir.[xix]  

 (3) Ekonomik ilişkiler: Siyasi istikrar ile ekonomik istikrar arasında güçlü bir ilişki vardır. Türkiye'de uzun zamandır varolan siyasi istikrarsızlıklar ekonomik krizleri de beraberinde getirmiştir. Bu durum farklı kıta ve bölgelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini olumsuz yönde etkilemiştir. AK Parti döneminde Afrika ile ilişkilerin geliştirilmesinde Türk işadamlarına yeni iş imkanlarının oluşturulması TDP'nin önemli amaçlarından birisi haline gelmiştir. Örneğin, Türkiye'nin 2002 yılından önce Sahraaltı Afrika ülkeleri ile olan toplam ticaret hacmi 742 milyon dolar iken bu rakam 2012 yılında 6.5 milyar dolara ulaşmıştır. Türkiye’nin Afrika kıtasında toplam ticaret hacmi ise 2005 yılında 9 milyar dolar iken bu rakam 2012 yılında 20 milyar dolara ulaşmıştır.[xx]

 (4) Türkiye'nin Afrika kitasındaki tarihi mirası: Osmanli Devleti'nin Afrika kıtasında 16. yüzyıla kadar giden güçlü bir tarihi ilişkisi bulunmaktadır, özellikle de Osmanlı Devleti'nin Kuzey Afrika’daki ülkelerle çok güçlü siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkileri vardı. Osmanlı Devleti, aynı zamanda Doğu Afrika da Portekiz'in, Kuzey Afrika'da ise İspanya'nın sömürü faaliyetlerine karşın bölge ülkeleri ile siyasi, askeri ve ekonomik anlaşmalar yaparak sömürü ülkelerin bu bölgedeki etkisini azaltmayı hedeflemiştir.[xxi] Osmanlı'nın aynı zamanda Sahraaltı Afrika bölgelerindeki müslüman toplulukları ile de güçlü bağlar oluşturmuştur. Örneğin Osmanlı 1862 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki müslümanların dini ve eğitim alanlarındaki sorunlarının çözümüne yardımcı olmak için Osmanlı alimi olan Ebubekir Efendi'yi Ümit Burnu'na göndermiştir.[xxii]

(5) Liderlik faktörü: Afrika Eylem Planı'nın  AK Parti hükümeti tarafından uygulamaya konulmasında Başbakan Erdoğan'nın liderlik özelliği, Türkiye'nin Afrika ile ilişkilerinde derinlik kazanmasına katkıda bulunmaktadır. 1998 yılında Afrika'ya Açılım Eylem Planı'nın uygulamaya konulamamasını dönemin koalisyon hükümetindeki liderlik sorunu ile de açıklayabiliriz. Güçlü liderler siyasi kararların uygulanmasında kritik bir görev alabilirken, liderlik sorunu olan hükümetlerin kararların uygunlamasında etkisiz kalabildikleri görülebilmektedir. Örneğin, 2005 yılında Başbakan Erdoğan’ın ilk defa Güney Afrika ve Etiyopya'yı muhalefet liderlerinin eleştirilerine rağmen ziyaret etmesi Erdoğan'ın kararlılığını ve liderlik özelliğinü ön plana çıkarmaktadır.

Türkiye 2005 yılından itibaren Sahraaltı Afrika bölgesi ile ilişkilerini SDD’ye uygun olarak güçlendirmektedir. 2013 yılında Türkiye ile Sahraaltı Afrika ülkeleri ilişkilerinde ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Özellikle de Türkiye bu bölgedeki ülke ve bölge-altı örgütlerle siyasi, ekonomik ve kurumsal işbirliğine büyük önem vermiş ve 2013 yılında Türkiye Afrika’da en fazla temsil edilen ilk dört ülke arasına girmiştir. 2013 yılında Türkiye ile Sahraaltı Afrika bölgesi arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerde bir önceki yıllara göre büyük bir değişiklik görülmemiştir, bununla birlikte Türkiye ile Sahraaltı Afrika bölgesi ile ticari ve ekonomik ilişkilerin kurumsallaştırılmasına yönelik birçok hukuki ve siyasi adımlar atılmıştır. Türkiye bu bölgede izlediği çok boyutlu dış politika stratejisi ile dünya siyasetinde siyasi ve ekonomik alanlarda gücünü artırmaya devam etmiştir. Öte yandan ilişkilerin derinlik kazanmasında ilişkilerin sürekliliği ve Afrika üzerine uzman diplomatların ve akademisyenlerin de yetiştirilmesi ilişkilerin geleceği için büyük bir önem kazanmaktadır.



 Kaynaklar:  



[i] Elem E. Tepeciklioğlu, "Afrika Kıtasının Dünya Politikasında Artan Önemi ve Türkiye-Afrika İlişkileri", Ankara Üniversitesi Afrika çalışmaları Dergisi, c.1, n. 2, 2012, s. 66. 
[ii] a.g.e., s. 181-2.
[iii] Abdurrahim Siradag, "The Making of the New Turkish Foreign and Security Policy towards Africa: The Rationale, Roots and Dynamics", Africa Insight, c. 43, n. 1, 2013, s. 19.
[iv] Sabri Sayarı, "Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War Era: The Challenges of Multi-Regionalism", Journal of International Affairs, n. 1, 2000, s. 170-1.
[v] Elem E. Tepeciklioğlu, "Afrika Kıtasının Dünya Politikasında Artan Önemi ve Türkiye-Afrika İlişkileri", Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, c.1, n. 2, 2012, s. 67. 
[vi] a.g.e., s. 71.
[vii] a.g.e., s. 73.
[viii] Ionnis N. Grigoriadis, "The Davutoğlu Doctrine and Turkish Foreign Policy", Hellenic Foundation For European and Foreign Policy, Working Paper No 8/2010, Athens, s. 6. 
[ix] Abdurrahim Siradag, "Causes, Rationales and Dynamics: Exploring the Strategic Security Partnership between the European Union and Africa", (Basılmamış doktora tezi), Leiden: Leiden University, 2012, s. 103.
[xi] Joshua W. Walker, "Introduction: The Sources of Turkish Grand Strategy - 'Strategic Depth' and 'Zero-Problems' in Context", LSE IDEAS, London School of Economics and Political Science, London, UK, 2011, s. 9.
[xii] Joshua W. Walker, "Learning Strategic Depth: Implications of Turkey's New Foreign Policy Doctrine", Insight Turkey, c. 9, n. 3, 2007, s. 45.
[xiii] Joshua W. Walker, "Introduction: The Sources of Turkish Grand Strategy - 'Strategic Depth' and 'Zero-Problems' in Context", LSE IDEAS, London School of Economics and Political Science, London, UK, 2011, s. 11.
[xiv] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Sorumluluk ve Vizyon: 2014 Yılına Girerken Türk Dış Politikası”, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2014, s. 4. 
[xv] Joshua W. Walker, "Introduction: The Sources of Turkish Grand Strategy - 'Strategic Depth' and 'Zero-Problems' in Context", LSE IDEAS, London School of Economics and Political Science, London, UK, 2011, s. 11.  s. 6-7.
[xxi] Numan Hazar, "The Future of Turkish–Africa Relations. Foreign Policy (AQuarterly of the Foreign Policy Institute), c. XXV, n. 3–4, 2000, s.109–10.
[xxii] Selim Argün, "The life and Contribution of the Osmanli Scholar, Abu Bakr Effendi: towards Islamic Thought and Culture in South Africa", (Basılmamış mastır tezi), Johannesburg, Johannesburg Üniversitesi, 2000, s. 1.  

Kitap Bölümü: "Türkiye’nin Afrika’ya yönelik küresel rekabetteki konumu nasıl ifade edilebilir?"

Özet:  Afrika kıtası sahip olduğu jeo-ekonomik ve jeo-politik öneminden dolayı dünya politikasındaki stratejik yeri ve önemi her gün artmakt...